Salı, Ağustos 30, 2011

Cumartesi, Ağustos 27, 2011

Kasveti Bıraktım Arkamda. Çıktım...

Dün geçen kış çalıştığım kuruma gittim. Almam gereken belgelerim için. Kötü sayılabilecek hiçbirşey de geçmedi herkes güzel güleryüzlü filan... Zaten neden aksi olsun ki?
Olmadı da zaten ama bir kasvet bir kasvet anlatamam. Mekanın konumundan mı desem ışıktan mı desem, ofislerin kopukluğundan mı desem, insanların sıcacık ama bir o kadar da samimiyetsizliğinden mi desem... belki de hepsinden... Bi de aksi gibi yüreğim daraldıkça işler de uzadı! Kendimi zor attım dışarı! Oh dedim iyi ki ayrılmışım burdan. Zaten burda da ufacık bahsetmiştim kendimi nasıl azad ettiğimden. Demek ki bu kasvetmiş orayı sevmeme engel olan, beni uzaklaştıran, kopuklaştıran.  Asıl tüm bu olumsuzlukların nedeni orasıymış! Bir kişi ya da kasvetin ta kendisiymiş. Bilemiyorum.
Daha da önemlisi boşuna aramışım 'nedeni' kendimde. Ben kendimde aradıkça nedeni, içimde büyütüyordum en ufak birşeyi. Hiç yoktan sorun yaratıyordum. Geçen kış çok üzdüm kendimi. İçimde tutamayıp yazılarımda da beliriyordu bazen. Boşuboşunaymış. İyi ki silkelemişim kendimi dedim tekrar iyi ki ayrılmışım !

Orayı her aklıma getirdiğimde zihnimde beliren o karanlık koyu renkli imgeyi görmek ruhumu çökertiyor. Hani 'üzerime ölü toprağı serpildi' deriz ya, işte böyle bir his:)

.
Bak şimdi ne de aydınlık herşey- heryer  ne de pozitif!  Aidiyet duygusu ne yaratıcılıklar getiriyor beraberinde! Daha bi sarıldım işime,öğrencilerime...
Ve herşey ne de karşılıklı...

Çarşamba, Ağustos 24, 2011

Mavi ile Mor bone aynı şey sayılmaz...


Çeşme tatilimiz sürüp gitseydi... Mesela 3 gün değil 10 gün olabilirdi. Olamadı çünkü biz o güzelim  3 günlük tatilden sonra  yola koyulduk ve o meşhur sıcağına hiç aldırmadan  Mersine ve Adanaya da gittik. Ah o yollarda o sıcakta kaç kez delirdim... Sevgiliye - sağa çek, dur çabuk dur  deyip araba içi temizliğe bile giriştim:) Defne İstanbul'a geldiğimiz hafta bir süre arabaya binmek bile istemedi:) öyle diyeyim...
Tabi tüm bu çile bize rahat battığından değil,  babanneyi ve dedeyi artık bi görmek gerekiyordu ondan... Güzel de geçti aslında ama daha çok sıcağa karşı savaşıp gardımızı almakla uğraştık Defneyle ikimiz. Her fırsatta suyla oynayarak...  Ben Defneyle terimizi silmeye çalışırken, soğuk su diye aranırken  babamızın da ailesininde keyfine dokunmadık hiç. Sonuç olarak da sıcak dışında herşey  güzeldi de diyebilirim...


Ben aslında isterdim ki 10  gün birarada olalım. Çok mu bencilce oldu? Ama zaten çok az oluyoruz birarada, bi de yollara düşmek zaman kaybı oluyor bizim için. İşte ayrı gayrı olunca böyle oluyor ve paylaşılamıyorsun. Hep gitmen gerekiyor bi yerlere. Tabi burda paylaşılamayan ben değilim:) ben  daha çok 'bir arada sayılırız işte' deyip gülümsemeye çalışanım!

Tatil çoktan bitti işte hayıflanacak ne kaldı ki? demeyin. Defne babası gittiğinden beri 'baba' diye çok ağlıyor. Fotoğrafını göstermemeye çalışıyorum artık çünkü hemen büzüyor dudaklarını....
Ajite dizilerin sahnelerini gördüğünde bile  babaaaa diye ağlıyor:)
Geçen izin günümde Defneyi alıp havuza gittim. 'mayon da mavi, mavi boneyi takalım mı sana?' dedim
- ıııhhh o babanınnn, dedi:) 
Ah bebeğim özlemek için daha çok erken dedim kendi kendime (sevgili de bana söyler bu cümleyi hep)...  Oysa koskoca 2,5 ay var daha.
Netekim babasına doyamadığı için içim acıyor haliyle ve ben de mırıl mırıl söyleniyorum 'deli öptü bizi de düştük yollara' diye.

.

 Bu aralar bu siteye takıldım bir de . Belki ben de bi şehir fırsatı yakalayabilirim belli mi olur? Bi bakmışım bayram tatilinde Bodrum'da ayaklarımı uzatmış kafamda ki tilkileri kovuşturuyorum... belki de!

Pazartesi, Ağustos 22, 2011

Sanal Değil Gayet Gerçek Aslında...



 Sanal dostluk biraz tuhaf  gelir bana. Gerçek mi yanılsama mı. Kurulan diyaloglar sıradan bi oyalanma ya da teselli mi... aldığın yanıtlar içten mi  yoksa hissettiğin  zaten gerçek midir? hep merak ettiğim burada ki güzel nazik sözlerimiz yüzyüze gelsek de aynı mı olur? Çünkü bu zamanda sıcak bir 'merhaba' nız donuk bir bakışla karşılık bulabiliyor. Belki hepimiz bu yüzden sanalı kaçış olarak görüyoruzdur, bilemiyorum.


Geçtiğimiz cumartesi sabahı Bostancı'da denizotobüsüne gidiyordum, Bakırköy'de gene toplantı vardı.


Biraz önümde bir taksi durdu içinden kucağında bir çocukla bir bayan indi. Hem yürüyüp hem izlemeye koyuldum çocuğu. Hiç olmayacak bazı durumlar düşündürür hep beni, kucaktaki çocuğun rahatlığına karşın annenin çabası denizotobüsüne yetişme gayreti  sevimli göründü  gözüme, çocuğun kaç aylık olduğunu tahmin etmeye çalıştım sonra. Acaba Defne'den küçük müdür değil midir? Sonra miniğin yüzü bana döndü ve miniği görür görmez 'aaaaa tanıyorum ben bu çocuğu' dedim kendi kendime! ve dikkatle baktığımda anneyi de tanıyordum. Ama sanal. Arasıra yazılarına baktığım akıcı yazılarını sevdiğim Burcu ve bebeği Ayazdı... 
Eee ben şimdi tanıyor mu oluyorum? yoksa yanılgı mı? Birbirimizi hiç görmedik ki? Yorum aracılığıyla diyaloğumuz bile yok? tanımazsa beni öylece kalakalırsam? tuhaf işte?

Hem kaç gün önce '12 yıl önce mi tırnaklarımla kazmıştım ben toprağı? O zman neden hala tırnak diplerim acıyor ?' cümlesi  hafızama kazınmış, şimdiyse yolumuz kesişmiş cümlenin sahibi ile.


Ben bu gelgitler arasındayken  'aman ya nolucak ki, karşımda işte, sanal değil ve tanıyorum' deyip bir anda yanında buldum kendimi...


Blog arkadaşıyız biz, dediğimde o kadar sıcak bir merhaba ile karşılık verdi ki... Sıcak, doğal, samimi...  Oda beni tanıyordu ve böylece oracıkta sanaldan gerçeğe döndüverdik, sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi rahatız ikimiz de....

Blog aleminde ki arkadaşlığın gerçek olduğunu gördüm o an... Yani hissettiğimiz gibi. Gerçeğe döndüğümüzde süzülmeden değişmeden...  Sevgili Burcu ile  tanışmaktan çokk mutluluk duydum! Çok kısa da sürse bu tanışma, merhabalık bir dakika mutlu etmeye yetti beni. Zamanımız olsaydı bir de kahve içerdik deniz kenarında. Kahvelerimizi höpürdetirken  ben Ayazı severdim, çok daha güzel olurdu;  İkimizin de yetişmesi gereken bir denizotobüsü olmasaydı...

Blog buluşmalarına katılanlar bu duygu ve düşünceleri çoookkktannnn geride bırakmışlardır eminim. Benim için ilk olduğundan biraz etkilendim biraz da uzun sürdü içimi dökmem...

Pazar, Ağustos 21, 2011

Bu yaza dair...


Onca fotoğraf arasından hangibirini seçeyim de yayınlayayım derken, dedim ki çakıltaş da uysun modaya:) bir sürü fotoğrafı bir çırpıda paylaşıp içsel huzurunu yakalamanın en kestirme yoluymuş bu...


Şarkım tabi ki hayatımın şarkısı:) ve bloğumun da tabi...
Belki biraz uyumsuz biraz acele ve biraz da çığlık oldu... idare edin!  Denedim ama elim başka şarkıya gitmedi hiç...

Çarşamba, Ağustos 17, 2011

Mutluluk mırıltısı ile bir yaz...


Aslında bence hiç bitmemeliydi! Nasıl bitti niye bitti hiç anlamadım...
Döndük İstanbulumuza, çalışmaya bile başladık, sevgili de ben de...

Tatlı geçti küçük tatilimiz. küçük plajda, aheste, rahat, şıppıdı şıppıdı terliklerle, hatta çoğu kez terliksiz bile diyebilirim....

Çeşme'nin o önce sersemletip sonra uyutan rüzgarına, depresif denizine hiçç değinmeyeceğim bile! Öyle tatlıydı 3 günlük mini tatilimiz.

Tatil sloganımız Defnecenin doğaçlama söylediği oouuuu laaaalaaaalaaa'ydı, arabada kendi kendine söylemeye başladığı...

Ama sakın yanılmayın,
Fransız usulu bir oh la la değil bu !
Bu DefnEce bir şarkı işte, mutluluk mırıltısı bişey...