Pazartesi, Aralık 10, 2012

Aktöbe'ye notum olsun...


Nasıl bir soğuk ve bıraktığı hissiyat aynen şöyle... 

buz halini almış etiniz keskin bir bıçakla kesilmiş ve ince bir çizgi halinde kanıyor... Bu arada  parmak uçlarını hissetmiyorken ve ölüyor olabilir miyim acaba? derken gülebilen tek çift olmalıyız:))


Çünkü kulaklarımzda hala bıdı bıdı hızlı konuşan
 - Ama ben şizi toot ösledim gelşenize benim yanıma...diyen bir tatlı ses


Deli olmalıyız heralde, kuzum ne işimiz var hakkaten  - 20 de?


İnsanlar sokak aralarında buz pateni yapıyor, vız geliyor soğuk...
Rahatlar, mutlular, alışmışlar...
Hatunlar elbiseden şaşmıyorlar...
E bu soğukta selüitte kalmaz tabi ... bizde yok spor yok krem... işimiz iş


Ben kendimi keskin rüzgara kapılıp atmosferden çıkar mıyım acaba diyebilecek kadar hissetsem de Kimseciklere bişi belli etmedim;)
burası da evimiz...

Kan kusarım kızılcık şerbeti içtim derim hesabı... giyindim en cici mini elbisemi, attım kendimi soğuğa...


Getirdiğim pantolonlar eşofmanlar öylece duruyor... almaz olsaydım zaten, bir kere pantolon giymedim desem yeridir yani... 

ama o soğuk bıçak var ya nasıl kesiyor sanki... sevgiliye fiks sorum oldu zaten

 - yanağım kanıyor mu bi baksana?
Hem zaten elbise daha sıcak tutarmış onu da öğrendim, hani durgun hava muhabbeti...


ama öyle ya da böyle  bana da vız geliyor işte:) kızımızı düşünüp gülüşmek de içimizi ısıtıyor votka gibi...
Hem Defenece gibi içten çağıranımız varken zaten çok kalmamız beklenemezdi... cuma günü istanbuldayız sevgiliyle...







Korkmam Ben Uzun Yoldan...

En iyi yolda yazarım ben aslında, hani böyle iyi yazdığıma dair bir iddiam hiç olmadı ama ben oldu bitti severim içedönük yazmayı... duygularımı anlatmayı, kendimi böyle rahatlatabiliyor gibiyim... gitmeyi sevdiğimden sanırım yola he çıkışımda zihnimde başlıyorum yazmaya... her zaman kalem olmuyor yanımda. Bu yüzden nice kelimelerim kayboldu, ya da itiraf edeyim hadi: unutttum:) anlatmak istediğin, sana ne hissettirdiğini iyi bildiğin rüyayı  unutmak gibi...

Koltuğa kurulmak mı yoksa karmaşıklaşmış, hepsi birbirinin nedeni haline gelmiş duygularmı ayrıştımak istememmi kelimelerimi harekete geçiren, bilinmez...

Karmaşık duygularımın üzerinde hiç durmayacağım zaten ki onlar yeteri kadar kördüğüm ve yorucu...Ama o koltuğa kurulmak var ya... Herşeyi o başlatıyor zaten! ister uçak olsun  ister otobüs... koltukta yayıldıkça kendinle başbaşa kalıyorsun... zaman sana ait oluyor bir anda, ne bir mızıldanma ne işine karışan ne akıl veren... hayatına dair ne varsa düşünmek için bir parantez açıyorsun, tabi parantezin içinde olmak kendine hiç zaman ayıramayan biri için yeteri kadar mutlu edici olsa da yüzleşmek istemediğin endişelerine gülümseyip en azından bir tokalaşmanın vakti gelmiş olduğundan hoş olmayabiliyor... 

Pencereden gördüğün herşey daha da anlamlı oluyor mesela... dün sevgiliyle izlediğim filmde dediği gibi  bu sadece müzikle olmuyor bence.  bir çocuk ya da ay... daha anlamlı olmaya başlıyor...geride bıraktığın çocuğun, kavuşmayı umduğun sevdiceğin, işin gücün... hepsinin sende bıraktığı duyguları, seni neyin beklediğini, endişelerini düşünüyorsun 
 dedim ya
kendine dönüyorsun, duygularına...

ve farkettikçe herşey bıraktığın gibi, korkmuyorsun uzun yoldan


Pazartesi, Aralık 03, 2012

O Kendi Geler, Geler:)

Sınavlarım paçamı bıraktı, onlardan kurtuldum 

Defnecikle tiyatro keyfi bile sıkıştırdık araya

Alışverişlerimi yaptım, hazırım süslüyüm

Meraklıyım


Bu akşam yolcuyum işte,  gidiyorum sevgilinin yanınaDefneden uzak kalmak için 10 çokkkk büyük bir rakam! Tam tamına sevinemiyorum bile gittiğime; nasıl geçer, gece huzursuzlanır mı, dert eder mi yoksa çocuktur çabuk uyum sağlar mı demeliyim...


- '' Ben bi gidip babanı alıp geleyim! ''  dedikçeDefnecik:- '' o kendi geler, geler! demeye devam etti       (geler=gelir:)

hem aklım hem kalbim bir yarım burda kalıyor...tek isteğim güzel zaman = hızlı zaman

10 gün Sonra babasıyla döndüğümüzde nasılsa kikirdeyip duracağız üçümüz...

*

Not: Farkedildiği üzere bizim evde  gelir misin kelimesi geler misin                                                  oturur musun kelimesi  oturar mısın                                                                        verir misin kelimesi de   verer misin ?

                                     Ne Kibarız di me?:))









Çarşamba, Kasım 28, 2012

Günah Çıkartma Yazısı



çok çok ilgisiz bir an da... bir anda

 - ben şimdi yalnız mı kalıcam?  dedi...o kadar sürpriz bir andı ki tiyatro için karşıdan karşıya koşturuyorduk...


- bebeğim yalnız kalmayacaksın annanenle bir kaç gün sadece... ben babanı alınca birlikte geleceğiz yanına...vb. 
artık tahmin edin ki daha neler neler anlattım... buna Defne'ye  pasaport çıkartamayışım da dahil...

beni anladı mı bilinmez ama içim hala acıyor ...işte tam da bu yüzden konuşamadım aslında, evet birsürü şey anlattım ama yok konuşamadım aslında...

şimdi düşünüyorum da, yok gitmem lazım ama, yelkenleri indirip vazgeçme diye sarsıyorum kendimi...

çünkü çok önemli bizim için, nasıl yaşanır, ne gerekir, defne için mümkün neler var, ev nasıl, ne durumda, benim için çalışabilirlik durumu nedir, hangi okullar var... görmem lazım tüm bunları ... 

***

uf işte tontinim de 

- anne, babamı almaya ikimiz gidelimmm yüttfeen  dedikçe... 

ben günah çıkarsam kaç yazar...

Hiç!

Cuma, Kasım 16, 2012

Çok Karışıkken Karar Almamak Gerekirmiş ama Hala Pişman Olmadım:)

Bu aralar radikal kararlar alacağım belliydi zaten... 

İşten sonra Aşkta yeni karar alma vakti geldi gibi:)

Ben gidiyorum sevgilimin yanına... Kısa sürecek olsa da öğrencilik günlerimize dönmeye... Başbaşa olmaya Ki Onun yanında en iyiyim hep... Onun yanında iyileşiyor ruhum hep...

Sonra 'ikimiz' birlikte İstanbul'a dönüp,  Defnecikle 'üçümüz' olacağız...Gene kısa sürecek olsa da...

Anlayacağınız bizim hayatımızda ki karmaşa devam ediyor ama olsun,  bitecek nasılsa...

Not:  Gereklilikleri unut artık!

Pazar, Ekim 28, 2012

O Telefonu Bekliyorum:))

Benim için mühim olan şu çok istediğim tezsiz yüksek lisansıma başladım, bu gelişmeyle birlikte sevgilinin yanında olmamam için hiç bir sebeb ya da keşkelerim kalmamış oldu... yani en azından şimdilik öyle sanıyorum:))çünkü nedendir bilinmez işleri planladığım gibi yürütememek gibi bir beceriksizliğim var benim... bunu yaparım ama, lakin çok hırslandım;)
İçimde hep vardı özlemim ama geride eksik birşeyler bırakmamaktı derdim, bu sayede bunu da düşünmeye gerek kalmadı...artık kavuşma vakti geldiğini hissediyorum...
yazıyı baştan okuyunca, sanki yarın babamızın yanında olacakmışız gibi görünüyor:) yok o kadar çabuk değil mağlesef ama az kaldı hissediyorum. En azından birşeyler daha belirgin... 

***
Ne yazık ki bu kadarla kalmıyor, hep inanmış olduğum gibi,  bir pozitiflik beraberinde eksiyi de getiriyor ve ben tüm bunlara sukunet içinde sevinirken iş yerindeki bir olumsuzlukla herşey dengeleniverdi... öyle bir olumsuzluk ki daha tam olarak kendime gelebilmiş değilim:) yüksek lisans sebebiyle işe daha az gideceğim için aldığım önemli sorumluluklarımı geri bırakmak durumunda kaldım. Yani en yumuşak böyle anlatabilirdim:) anlatmadan da rahatlayamıyorum ne yapayım...ikizler burcunu bilirsiniz az çok...

***

Bayram benim için daha çok tatil kıvamında olmaya devam ediyor... ve farkettim ki gerçekten çok ihtiyacım varmış, uyumaya, miskinlik yapmaya, defnecikle kikirdeyip cilveleşmeye, yatakta sabah keyfine... kış gelir mi bilmem ama ben kışlıklarımı çıkarıp kendime iş bile çıkardım:))

ve bakıyorum son iki gün kalmış...
özetin özeti; biri beni telefonla arayıp işinize son verdik dese hiç üzülmeyeceğim:))  

Perşembe, Ekim 25, 2012

Hellooo!!!:)))


Bu kadar uzun süre yazmayınca nasıl başlayacağını da bilemiyor insan...
çok uzun zaman oldu yazmayalı... Neden mi? zaman yoktu, istemedim, sıkıldım, koşturdum, yorgundum, uyudum, pc mi bozdum... Cevap  hepsi:)

Neler neler  oldu elbette... Arada  kocacım yanımıza üç defa geldi de geri döndü  bile:) Çok iyi gelişmeler çok kötü  gelişmeler,  mutluluklar, burukluklar, korkular, tırnak yemeler, salya sümük ağlamalar, sürprizler... hepsi yaşandı elbet... ama en güzeli, zaman belirsizlikleri daha da netleştirecek kadar cömertti ve hepsi bir kahveyle anlatılır tatda...

Defnecik ise 21 Ekimde tam tamına 3 yaşını doldurdu:) O tam bir 'çocuk' :) ne gariptir ki bebeklikten hiç çıkmayacakmış gibi gelirdi... Şimdiyse öyle afilli cümleler kuruyor ki büyüdüğünü kafama ayakkabı fırlatarak anlatmak ister gibi:) Evet evet en iyi ifade bu!

Şimdilik bu bir merhaba postu olsun, Defneye özel notlarımı düşerim gene...
Umarım her biriniz mutlu ve huzurlu bir bayram sabahına hazırsınızdır...
Umarım herşey yolundadır her biriniz için...


Salı, Mayıs 29, 2012

Sevenler kavuşsun artık...

Harıl harıl tatil yeri arıyorum, rahat, keyfli, İstanbul'a yakın...
İzin dönemimde sevgili burada olmayacağı için işim çok da zor değil.  Bir iki günlük bir kaçamak yeri arıyorum demek daha doğru olur...
Tam bi yer beğendim derken ''öyle güzel ki Defnesiz gitmem'' demeye başladım:) kıyamıyorum hiç ya napıyım...
Bu durumda kaçamak demeye de gerek kalmıyor:)  bu başka birşey ama bulamadım adını...

Bu haftsonundan...
Ben daha piknik keyfi yapamadım ama neyse ki Ececik yapıyor...

***

İki gün sonra sevenler kavuşuyor:) Ve bilirsiniz işte zaman geçmiyor...
Tatil yeri bak,
Saçını boya,
Ciciler al
Gene mi olmadı Temizliğe giriş.....
Yok hala geçmiyor zaman..... ne inatmış yahu:)

Pazar, Mayıs 27, 2012

En talı iki kelime; Sevgili ve Tatil!


Sevgilinin gelmesine az kaldı...  Bunun heyecanıyla hafif geçiyor günlerim, ne alsam ne yapsam, tatile nereye gitsek sorularıyla bi bakıyorum akşam olmuş:) Defnecik de ben de beklemedeyiz...  İkimizde beklemekten çok yorulduk çok sıkıldık aslında...

En sevimli ifadesiyle Defnecik diyorum ama bu aralar çok saldırgan oldu. Arkadaşlarına vurmalar, cimciklemeler, kum atmalar...bildiğin ''erkek fatma'' bu aralar:) Bu saldırganlığın bir sebebi var mıdır merak içindeyim;  yani bir de şöyle diyeyim gözümün içine baka baka bana bile pabucunu atabiliyor...


Yazmayalı epey zaman oldu ve tabi bir dolu şey gelişti, yaşandı. Nedense elim pek gitmedi yazmaya...
Sanırım belirsizlik ve hayatımdaki karmaşa ileçok fazla yüzleşmek istemiyorum:)   Çünkü buraya not düştükçe 'gün' gibi oluyor  herşey...
Neyse  en azından belli olan birşey var ki  Bir yıl daha böyle devam etme kararı alarak sınanmamı sonlandırdım:(   bir sene daha özlem dolu bir kış geçecek!  Kararımı vermiş oldum yani sevgili YÖK kararlarının yumuşak yönlendirmeleriyle...

*
Şimdiyse gündemim sevgili ve tatil... 
En tatlı iki kelime:)


Pazartesi, Nisan 23, 2012

Güneşli Pazartesilere Devam...


23 Nisana yakışır biçimde 'şen' başladı günümüz  deniz kokusu, manzarası, çocuk eğlenceleri... İlk defa gittiğimiz yeri çok sevdik...

Sıcacık bir günde kahvaltı yapmayı özlemişim... (ben aslında kahvaltıyı özlemişim:)  Genellikle 23 nisanlar hep yağmurlu geçtiği için bugününün sıcağı tatlı süpriz kıvamındaydı!
  İçimden hep geçen ''sevgiliyle de gelelim bura çok güzelmiş' oldu bugün...  Zaten o kadar özledim ki sevgilimi kafamda hep birarada olma  planları dönüyor bu sıralar ...
Şu sıralar büyük taşlar önemini koruyor yani;)

 Sonrasında bostancıya gitmek gibi bir hata yaptık (trafiğinden sebeb) ama hiç bahsetmek bile istemiyorum,  Marintürk gayet iyiydi:) 




Salı, Nisan 17, 2012

Güneşli Pazartesiler


güzel bir gündü gerçekten... haftada altı gün çalıştığım ve gündüzleri tontinimi özlediğim  düşünülecek olursa böylesi bir gün ödülüm kabul edilebilir... gün ışığından faydalanıp fotoğraf da çektim bol bol..... 

ve fotoğraflara bakınca  anladım ki;

* acilen diyete başlamam lazım... yüzüm ay parçası gibi olmuş... 
irade gösterebileceğimden emin olmayarak epey endişeliyim... .. korktum ya..... abarttığımı düşünmüyorsunuz değil mi?

* ve anladım ki,  iyi ki kızım var

* ve  anladım ki fotoğraflarımız eksik

* ve hatırladım ki ne kadar kıkırdayarak izlemiştim Güneşli Pazartesileri...
  İzlemiş miydiniz siz de?






 














Salı, Nisan 10, 2012

Seviyorum...


Şu sıralar en çok evin içinde fırtına gibi koşmasını seviyorum! 

Bir odadan  diğerine koşarken bulunduğum noktadan görünen o ani görüntüsü... Hani böyle uçuş uçuş oluyor sanki ya da kelebek gibi... Kikirdemelerle karışık!

İzin günümde öğlen uyumamasını:) doğru okudunuz! uyuMamasını... 
Evet yorucu oluyor haliyle, hele ki uyku iyice başına vurunca pek fena oluyor ama birlikte vakit geçirmek için uykuya direnmesi kendimi daha da özel hissettiriyor sanırım...  ben de deli miyim nedir?

Gene izin günümde Defnenin beni gördüğü an ki mutluluğunu... Kendimi günün süprizi gibi hissetmeyi... Seviyorum

Parkta bindiği oyuncak otobüsün direksiyonuna geçip 'ben babama gidiyorum' demesini de seviyorum beni burksa da... Zira ben bu burkulmalara  iyiden iyiye alıştım bu sene:) Sanırım asıl sevdiğim iç dünyası,  kendiliğinden,   arkadaşına ''ben babamla ata binmeye gidicem' demesi mesela...

Sevilmeyecek gibi değil ki...


















Cumartesi, Nisan 07, 2012

Bu Tahammül Taksiden İnince de Sürse ya...

Bu sabahın nasıl başladığına bakacak olursam ne şu anki huzuruma ne de hava daki güneşe anlam verebilirdim...


Berbat bir sabahtı, baş ağrısıyla uyandım... mide bulantısını hafife aldım...
Evden çıktığımda  ''aslında evden hiç çıkmamalıydım'' dediğimi hatırlıyorum acı bir gülümsemeyle...   Tüm gayretimle gene de işe gittim,  'yok yok bişeyler yediğimde düzelirim ben' inancımla...
E düzelmedi tabi, aynen geri döndüm evime...

Peki bu git-gel  neye yaradı?  Taksiciler hakkında ki fikrim değişti:)
Şimdi geçen hafta arabam beni yolda bırakmıştı, bir haftadır keşmekeş bir halde trafik mağdurlarını oynuyordum anlayacağınız:P
Neyse işte bu nedenle, hasta olduğumdan  sabah taksiyle gidip gene taksiyle döndüm eve...
O kadar hastaydım yani:)

Taksicilerin tüm iyi niyetli ve şaşırtıcı ısrarlarına rağmen doktora gitmedim... Yani öyle böyle değil, annem bile hiç bu kadar ısrar etmemişti doktor da doktor diye... (dertleri taksimetre de olamazdı yolüzerindeki bir hastane sözkonusu)
tüm bu ısrarlar beni hayretler içinde bıraktı... hatta bir ara ''ölüyor olabilir miyim acaba?'' bile dedim:P
kadın şöförlere  tahammülsüzlükleriyle andığım taksicilere bakışımı değiştirdi
iyi oldu iyi:)

***


Başka neye yaradı? tabi ki Defneciğe...
Biraz uyuyup daha iyi hissettim gerçekten...  sonra güzel havanın tadını çıkardık... bahçe  keyfi yaptık, boyalarımızı dergimizi ve meyvelerimizi alıp....

***

Bu ayın yirmisi civarında  sevenler kavuşuyor! Gelse de bahçe keyfimize katılsa...

Ben, kendime  ciciler almaya Defne de babasına resimler yapmaya başladı bile:)
















Salı, Mart 13, 2012

Elinde Mikrafon Dilinde Ben...:)

Akşamları iple çekiyoruz, ikimizde... Sabahları ise  severken onu uyanacak diye aklım çıkıyor...
Zira 'anne ise ditmee' diye ağlarken döktüğü göz yaşı  üzmeye yetiyor  beni...


Akşamları bana kapıyı açması, bir an bile olsa bırakmayışı...
' gel anne benim odamda...' diye küçük parmağımdan tutup  çekiştirmesi...
Çoğu kez Defnenin odasında akşam yemeğimi yiyişim...
Gayet açıklayıcı aslında...
Bu sebeble sadece bir gün olan izin günümde  çok verimli çok huzurlu çok mutlu saatlerimiz olsun istiyorum...
Neyseki dün de fena geçmedi...

Kuzenleriyle birlikteydi ve dün unuttuğum bir şeyi hatırladım:
Defneye karaoke almalıyım;) 

Tüm gün elinde mikrofonla  pepenin 'annem'  şarkısını söyleyip
romantizm yaşamak ne mutlu:)


Çarşamba, Mart 07, 2012

Sınanma 2...

İlk ayrılışımız da dibe vuruyorum. Ve bunu mincoya  çaktırmamaya çalışan bir gereksiz bir ifadeyle, hiç makyajsız soluk bir yüzle, nasıl beceriyorsam full negatif bir hal, ideal- örnek bir depresyon...


Sonra toparlıyorum kendimi ve bir süre pek dayanıklı oluyorum,  çocukla çocuk olarak full neşeli, iş yerinde çalışkan arı, ve olağan buluyorum herşeyi...  yaklaşık üç hafta böyle gidiyor. (MESELA ŞU SIRALAR BU EVREDEYİM;)

Ne oluyorsa bir an da büyü bozuluyor ve  dank ediyor bana. 
Bir şarkı sözü, boş bir yastık, yalnız gidilen bir davet, süper mutlu aile tabloları, ... Herhangi biri olabilir yani... tehlikeli işte, her an çıkabilir karşına, düşündürebilir, hatırlatabilir... kurulmuş saatin o iğrenç sesi gibi bir ses beynimde başlar  çalmaya... 


Sonrasında da dişimi biraz daha sıkıp kavuşurum sevgilime... 
bu döngü hep böyle, hem de  her seferinde...

***


Gene böyle bir dank edişte pek güzel bir karar almıştım, önceden. 
''Sevgili gelemezse ben giderim'' diyordum. En emin tavrımla. 
Hala da öyle diyorum ( Bi bakmışın yanındayız;)
Ama emin tavrımdan pek eser kalmamış gibi. 
Sesim biraz kısık çıkıyor sanki. Daha çok gevelemeyle söyleyip 'neyse bakalım...'  diye konuyu kapatırken yakalıyorum kendimi!  
Sevgilinin yanına gitmek mi, yoksa burada kalıp düzeni sürdürmek mi... 


***
Önce büyük taşlar konur  kaba, ben de önce en önemli taşı koymak istiyorum. Defneyi babası ile temelli kavuşturmak istiyorum artık. (ve kendimi de)
Ama tam da bu nokta da diğer ayrıntılara takılıyorum ( benim işim ya da  defnenin kreşi...) 
Yapmaktan en korktuğum şeyi yapıyorum.
Ayrıntılarda boğuluyorum.Bu ara.


Pazartesi, Mart 05, 2012

Sınanma...


Bu sene 'kavuşma' olsun dedikçe başka başka soru işaretleri beliriyor.

Bir yanda artık birarada olma özlemi giderek kendini gösterirken , diğer yanda iş- güç- kariyer- para... sabır... bekleyiş... özleyiş... de artıyor...

Tanrının  sınaması bu olsa gerek!


fotoğrafla geçen yazdan... Defne'm 22 aylıktı sanırım...

Cuma, Mart 02, 2012

Büyüdü mü Ne?

 İşte böylesi bir fotoğrafta görüyorum aslında nasıl da büyüdüğünü...
yoksa yanında kucağında bildiğin bebek:)) sanki büyüme hormonu yok sanırsın...
*

Sevgili burdayken tuttu kızının elinden bi etkinliğe götürdü...
Eğlencesi keyfi babaya (çünkü ben işteydim gene),  fotoğraflara bakıp bakıp düşünmek de bana düştü elbet..
Kısa bir süre sora Onun da kreşe, okula gideceğini düşünmek, yılların nasıl hızlı geçeceğini farketmek, üniversitesi sonra mesleği....
Bilirsiniz telaş korku, heyecan... Karmakarışık oldum. Her anne gibi karışmaya müsait olan yapımla..

Hayır sanki anaokuluna gönderir göndermez çocuk büyüyecek ...  'göndermeyeyim en iyisi' bile dedim kendi kendime...
3 yaşına kadar ufak ufak alışsam iyi olacak... ya da 4 mü desem?

Zulu Pembedir Pemmbe...

Aslında gözü yaşlı çocuk resimleri sevmem pek, içimi acıtıyor sanki.
Gerçekten bak .. . mesela bu fotoğrafı  çok sevmekle beraber,  onu üzgün gördüğümden olsa gerek  çok da rahatsız ediyor beni...
İlginçtir siyah beyaz efekt de sevmem çocuk fotoğraflarında ...  Ara sıra kullanmışımdır mutlaka  ama  yakıştıramam hiç ...  renkli olacak ...

Neyse işte...

Sevgili burdayken hayvanat bahçesine götürmüştük Ece Defneyi. Hem güzeldi hem değildi. Hayvanat bahçelerini sevmediğimi bir kez daha görmüş oldum. Orda ki hayvanların çoktan körelmiş olan  içgülerini görmek yeterince rahatsız ediciydi.
Zürafanın pembe olmaması ise Defne için  büyük bir hayal kırklığıydı:)
- Anne;  Zulu pemmbe pemmbe!  diye uyardı  beni ...
  En son lise ikideyken bu  keyfi yaşamıştım... 
Yıllar sonra aynı keyfi kızımla yaşamak sürpriz oldu benim için:))

Çarşamba, Şubat 29, 2012

Biter mi hiç bu sorgu sual? Hiç sanmıyorum...

Defnece 28 aylık oldu bile...
En sevimli en ısrarcı en güldüren en kızdıran bir dönemdeyiz... 
Konuşma çabaları izlemeye değer...
Birşey dediğimde  - paam anne paaam... diye beni susturması (tamam demek istiyor:) şu sıralar beni en çok güldüren...
Defne'ye göre bizim bir  uçağımız var mesela, babası uçakla gidiyor ya işine...
Sayıyor, renkleri şekilleri de tanıyor epeydir...
Üçgen içinse her bi köşesi için   - mu anneee  mu babaaa muu beeeennn diyor (mu=bu)... seviyorum özgün yorumlarını,  vivivilerini (kırmızı), pepe şarkısının Defnece uyarlamalarını...


Kitap okuma konusunda sabırsız şimdilik,  kapakları hemencecik kapatılıyor, halbuki çok sevmişimdir anne okur,  minik kız sukunet içinde dinler hani... bu kıvama gelmeyi hiç bıkmadan bekliyorum. Ama yapbozlar ve boyama husunda çok becerikli:) Sulu boya, parmak boyası, hamurlar en sevdikleri... bir heyecanla kollarını sıvayışı var çok komik... 




Büyüdüğünü görmek beni hem mutlu ediyor hem de telaşlandırıyor... her annede olduğu gibi benim de endişelerim artıyor...  bunca sevimliliğiyle güldürürken ikna edilemez inadıyla kızgın bir anneye dönüşebiliyorum bazen. Gerçi kriz yönetimim fena değildir benim, süper rahatlığımla... ama  tek stresim daha çok  ve verimli zaman geçirme telaşımın Defne'nin 'hayır' inadıyla çakışması... böylesi zamanlarda ikimizde kriz yaşıyoruz ufak çapta...


 Defne' de kızdığımı anlayınca bazen  - paam anne paammm deyip öpüyor beni ... O zamanlar hiç sevmiyorum kendimi! Küçücük çocuk seni idare ediyor diye hayıflanıp utanıyorum...  
Yine de bu konuda epey yol katettim diyebilirim, eğittim kendimi:) Ama tam değil. Tam olamıyor hiç... Tüm bunlar normal mi acaba diye düşünmekteyim?  Görünüşe bakılırsa yalnız değilim... Ama  kendimi kandırıyor olabilir miyim? bu böyle uzar gider işte...


Sonra bakıyorum  meme sürüyor, bez sürüyor... başlıyorum sorgu suale... duygusala bağlamayı kesip azcık kuralcı olabilseydim böyle olmazdı diyorum mesela... çalışıyorum diye ilgilenemedim, tembellik edip erteledim diye  bez de sürüyor... beceremiyorum herhalde ben diyorum ... 



Bu suallere takıldığımda;  akşamları yolumu gözlemesi, minik kollarını açıp sarılmak istemesi benim en tatlı tesellim oluyor... 

Bizim Mahalledeydik...

 Ömrümün en renkli zamanlarını geçirdiğim İstiklaldeydik geçen akşam...
Gencecikken sanırdım ki hep buralarda geçecek ömrüm.
 Ne tuhaf! 


Hiç bilmeden, küçücük bir kararla hayatın akışı değişiveriyor. Sonra bi bakmışsın ki  bir zamanlar 'bizim mahalle' dediğin  yere en son ne zaman geldiğini hatırlamıyorsun bile... 


Kimbilir kaç aydır gitmiyorum İstiklal caddesine... Geçen akşam gittik bi kaç arkadaş... Öğrencimizin tiyatro oyununu izlemek için! hani illa bir bahanem olmalı ya. Bu da fena bir bahane değil yani,  yerimden kalkmam için... İyi ki de gitmişim.  Nasıl iyi geldi  Beyoğlunun kendine has havası, anlatamam heralde. Çok özlemişim mahallemi.
 Tam bir eski dost gibiydim. Ya da ana karakterdim sanki. İstiklal ile benim aramda sessiz bir diyalog... Hiç bitmedi. Öğrencilik günlerime döndüm bir an da...  


Daha sık gelmeliyim dedim kendi kendime. Ankaraya' da gidersem iyice koparım diye korktum ne yalan söyleyeyim. 
Madem artık köprüyü de geçebiliyorum arabayla,  hemen planlar yaptım. Özgürlük alanım genişlemiş oldu böylece:) listeler oluşturdum kafamda...  Kar yağmasın yeter ki;) 
Bi de Defnece' de istesin benim gibi... çünkü onu planlarımdan ayırmak hiç içimden gelmiyor...




Pazar, Şubat 19, 2012

bakalım doğrumuymuş? dibe vurunca çıkışım hızlı mı olacak...

daha da kar yağmaz umarım...
hani lapa lapa yağsın tatlı oluyor olmasına da o soğuk içime işlediği an huysuzlanıyorum... sevmiyorum kışı...

kar bitti, sevgili gitti, hayeller ertelendi...
ne kadar daha bu erteleme? bilinmez... ama hayat sürprizlerle dolu!
huzursuzluğumun regl dönemi bunalımıyla, karla ya da ergen bıcırıkların içinde kala kala huy değiştirmemle bir ilgisi yok...
haklılığımı anlatamamış olmanın bıkkınlığı bu. ha... bi de hayal kırıklığı.
dibe vurmuş gibiyim.
ama olsun seviyorum bu hallerimi de...
gündüz bol kahve, akşam bol Defne iyi geliyor...

bu da size benden bir şarkı... bari siz anlayın beni diye:)

Çarşamba, Ocak 18, 2012

Yeni ben:)


Defneciğin  ellerinden bendeniz ve sevgili babası:) 
Belirgin olarak ilk anne baba yorumu olduğundan pek neşelendim...
e kısa bir süreye kadar kısacık bi çizik atıyordu - Defne beni çizsene dediğimde...
neşelenmemek elde mi, nasıl da mertebe atlamışım...









Cumartesi, Ocak 07, 2012

Unutmak İstemediklerim '' Tekrar Bölümü ''

Video çekemedim fotoğrafları karıştırırken  bi 2 ay önce çekilmiş fotoğrafını buldum bu hikayenin:)) tamamen sembolik ve ana kız kikirdediğimiz anlardan bir kare.
Belki bi parça daha iyi anlatmış olurum diye...

'' şimdi benim yatağımda uzanmışız bir güzel dergi karıştırıyoruz... ben gelişigüzel yan yatmışım, ellerim çenemde... kudurmaktan, yatakta hoplayıp zıplamaktan pelte kıvamındayız, işte dergide ki resimleri konuşuyoruz falan... bi baktım bizimki elini kulağına dayamış o minik kolunu koyacak boş yer arıyor:) e yatağın üstü kitaptı dergiydi dolu olduğu için kolay olmuyor yer bulmak.

- noldu Defne kulağın mı ağrıyor?
- ogh anne ogh... (yok)

geç düştü jetonum, beni taklit etmeye çalışıyormuş meğer. alt taraf oturur pozisyonda üst taraf yatar pozisyonda, el çenede... gözler direkt gözlerime kitlenmiş, ' bak nasıl duruyorum' edasında...

bilmem anlatabildim mi ama öyle komik ki karnım ağrımıştı gülmekten... ''






Salı, Ocak 03, 2012

Zaman! Az bi Zaman!

Yeni seneye üç gün tatille başlamak sevilmeyecek gibi değildi;) 
evde vakit geçirmeyi gerçekten özlemişim... doya doya...
Birlikte uyanmak, Ececik nasıl isterse öyle oynamak, yayılmak ... ya kahvaltı bile! öyle diyeyim... tadını çıkardım hep ev keyfi yaparak! Ece Defne okadar alıştı ki birarada olmamıza...
- Yarın işe gideceğim haberin olsun bebeğim, dediğimde
- ıııhh, benim annem geldiiii!   diye ajitasyona kaldığı yerden devam etti:)


Bir tek dün çıkmıştık dışarı...
Sevgilime seveceğini bildiğim bir kaç parça hediye alarak zamanı daha da hızlandırdım! Sevgilime odaklandığımda zamana ivme katmış oluyorum sanki... sanki değil de, artık eminim desem daha doğru olur:) Zaman özneldi değil mi? Bence Şubat'a az kaldı...

***

Üç günlük ev keyfinden sonra işe başlamak benim için de Defnecik için de  kolay olmuyor elbette... derken sevgilinin sesi hep su serpti  içime! Bu sabah gene aydınlandım sesini duyunca!
Şubata kalmadan gelmeye çalışıyormuş:)
Ah ben nasıl uçmayayım havalarda? Sevgi böceği gibiyim ben bugün...
Zamanı da kendi ellerimle hızlandırmışım, vallahi bak;)




Pazartesi, Ocak 02, 2012

Unutmak İstemediklerimden (2)

Aslında her nekadar içimi burkan bi hikaye  olsa da
Defne'nin komik ifadesi, dert anlatma çabası gülümsememe yetiyor...

*   Sevgili zaten uzakta ben de gündüz yokum diye sürekli  'anne gitti baba gitti' diyordu... Ama sürekli ve HER YERDE... hiç tanımadıklarımıza da... Ben yanındayken bile '...anne ditti'  dediği zaman haliyle   bozuluyordum

- kızım akşamları geliyorum ya ben

- ıııhhh anne ditti baba dittiii...

Mesela sofrada kucağımda oturuyo, karşısındakine  - anne ditti, baba ditti  diyordu
Bense     - Defne, tam arkandayım:) ya da
            - Geliyorum ya her akşam,  işten çıkıp... vs 
bi dünya açıklama yap farketmiyordu...

neyseki bu safha geride kaldı...
şimdiyse;  sadece hiççç tanımadığımız insanlara rapor vermeye devam ediyoruz... şöyle;

- baba ditti anne ditti ama anne geldi... ( yani biraz mertebe atladım:)

- baba çakla (uçakla) ditti anne arbayla(araba) ditti geldiii...

***

Kimlere veriliyor bu rapor? asansörde, cafe de, yolda... yolumuzun kesiştiği herhangi biri:)

Bi üç hafta önce bi cafede oturmuş mutlu mesut atıştırıyoruz... Bi baktım bizim çılgın yan masaya bağırıyor (en komiği de masadakilerin gayet kendi halinde olmaları. Yani hiç iletişim yok aramızda ne Defneyle ne benle. Defne zorla derdini anlatıyor:)
 - baba ditti, anne ditti ama anne geldiiii  diye nasıl yırtıyor kendini!

geçen hafta da optimumdaydık. Asansöre biner binmez verdik raporumuzu 
 -  baba ditti anne ditti ama geldiii....

Bizi duyan artık diyordur zavallı çocuk,
nasıl bir aile düzenleri var acaba, 
hep yalnız bırakıyorlar galiba,
ay bi de gülüyorlar... vb.

***
Aslında çok buruluyorum, ama gülümsemek ya da Defnenin sevimliliğine odaklanmak iyi geliyor bana...

Pazar, Ocak 01, 2012

Unutmak İstemediklerimden... (1)

Mesela maviye  'vaaavi' deyişi var ki  hiç değiştirmesin istiyorum:)
Daha önceleri üsteliyordum   'MMavii' diye... 
bana - 'anne Vaaviiiii,  Vaviii... '  diye diretiyordu:)

Şimdi hiç üstelemiyorum:)

Hatta ben de maviyi vavi diye söylüyorum ara sıra... İş yerinde gülümsetiyor hep...


* Bi de bu aralar '' anne ottu ottu'' (otur demek istiyor) diye beni çekiştirmesi çok hit evimizde...

* Seslendiğimizde,   içeriden  nağmeli bir edayla 'delllldiimmm'   deyişi mesela  (bildiğiniz 'geldim')

* Çoğu rengi biliyor uzun zamandır, hatta özgün yorumumuzu bile katıyoruz:) kırmızıya vivivi diyor:)
- Basbayağı kırmızı işte Defne
 - Anne Vivivi, vivivi....


* Bi de söylemem lazım. Aslında videoluk tam ama çekemedim hiç...
şimdi benim yatağımda uzanmışız bir güzel dergi karıştırıyoruz... ben gelişigüzel yan yatmışım, ellerim çenemde...   kudurmaktan, yatakta hoplayıp zıplamaktan  pelte kıvamındayız,  işte dergide ki resimleri konuşuyoruz falan... bi baktım bizimki elini kulağına dayamış o minik kolunu koyacak boş yer arıyor:) e yatağın üstü kitaptı dergiydi dolu olduğu için kolay olmuyor yer bulmak.
- noldu Defne kulağın mı ağrıyor?
- ogh anne ogh... (yok)

geç düştü jetonum, beni taklit etmeye çalışıyormuş meğer. alt taraf oturur pozisyonda üst taraf yatar pozisyonda,  el çenede... gözler direkt gözlerime kitlenmiş, ' bak nasıl duruyorum' edasında...
 bilmem anlatabildim mi ama  öyle komik ki karnım ağrımıştı gülmekten...
bu da hiççç unutmak istemediklerimden...

* Son günlede bana kızdığında  ya da benim kızmama tepki olarak mırıl mırıl 'allaallaaaa' diye söyleniyor... Pepe'den öğrenmiş olmalı:)

* - Defne artık bırakalım mı memeyi? Hem artık kalmamıştır süt falan...
   - Iıhh anne... meme dütt vaar (süt var)...

Bunlar zihnime kayıtlı zaten ama yazı kalır demişler... daha da var da aklıma geldikçe devamı da gelecek...